Söyleşi: Damla Göl

“Oyun Teorisi ve Ortaklaşa Rekabet” kitabında “Coopetition” kavramını “ortaklaşa rekabet” olarak karşılamanız ve alana yeni bir terim kazandırmanız gibi, çeviri yaparken dilde bulunmayan bir terim türetmeniz gerektiğinde nasıl bir süreç yaşıyorsunuz?

Levent Cinemre: “Ortaklaşa rekabet” terimini, competition (rekabet) ile cooperation (işbirliği) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş co-opetition terimine karşılık olarak türettim. Bu terim, çevirdiğim bir kitabın başlığını oluşturuyordu. Adam M. Brandenburger ile Barry J. Nalebuff’ün yazdığı Co-opetition başlıklı kitap, iş hayatında rakibinizle mücadele ederken aynı zamanda işbirliği de yapmanız gerektiğini, örneklerle ortaya koyuyordu. (Ortaklaşa Rekabet, Adam M. Brandenburger, Barry J. Nalebuff, çev: Levent Cinemre, ed: Canan Feyyat, Scala Yayıncılık, İstanbul,1998)

Çeviri çalışmalarım sırasında yeni terimler üretmek yerine mümkün olduğunca Türkçenin zaten zengin olan ifade dağarcığını kullanmak, mevcut terimleri derinleştirmek, bilinmeyen veya az kullanılan sözcükleri canlandırmak yanlısıyımdır. Ancak gerektiğinde terim türetmekten de kaçınmam. Nitekim bu kitabı çevirirken bir terim türetmem şart olmuştu. Çünkü kitabın başlığını ve konusunu oluşturan, içinde binlerce kez geçen yeni türetilmiş bir terimle karşı karşıyaydım. Amerikan iş hayatı içinde giderek yayılan bir bakış açısı olan bu kavram Türkçede bulunmuyor, Türkiye’deki iş hayatında ise muhtemelen bilinmiyordu. Bu kelimeye bir karşılık bulmam gerekiyordu. Kitapta bir-iki kez geçse, birkaç kelimeden oluşan bir tanımlama veya orijinal halini italik bırakıp dipnotla açıklama gibi yöntemlerle kısa yoldan halledebilirdim. Ancak durum böyle değildi. Bir kelime bulmak şarttı.

Akla ilk gelen formül, “işbirliği” ve “rekabet” kelimelerinden yola çıkmaktı: “İşbirlikçi rekabet”, “işbirliği içinde rekabet” gibi şeyler düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak bulduğum karşılıklar beni tatmin etmedi. Örneğin en pratik karşılık olabilecek “işbirlikçi rekabet”i ele alalım. “İşbirlikçi” terimi, siyasette vardır ve iş hayatındaki bu olumlu durumu akla getirmeyecek olumsuz çağrışımlarla yüklüdür. “İşbirliği içinde rekabet” de kullanışlı olamayacak kadar uzun kaçıyordu. Daha iyisi bulunmazsa gündeme gelmesine gerek yoktu. “Rekabetçi işbirliği” ise işbirliğinden çok rekabeti vurguluyordu.
Düşünce çerçevemi biraz daha genişlettim. Birbiriyle rakip olan firmaların aynı zamanda işbirliği yapması gereğinden yola çıktım. Bu durumda, en azından kısmen ve geçici olarak, rakibinizle ortak hale geliyordunuz. Yani rakibinizle ortaklaşıyordunuz. Yani ortağınızla rekabet içinde oluyordunuz… böyle bir düşünce silsilesi içinde “ortaklaşa rekabet” kavramı ortaya çıktı. Ancak kavramın bu kelimelerle dile gelmesi konusunda günlerce düşündüğümü hatırlıyorum. Burada saydıklarım ve saymadıklarım dahil olmak üzere tek tek her seçeneğin günlerce ölçülüp biçildiği, yeni düşünülen seçeneklerin cümlelere yerleştirilip denendiği ve bu arada çevirinin bir satır bile ilerlemediği sıkıntılı bir süreçten söz ediyoruz. Bu süreçte etrafındaki üçüncü kişilerle ve editörüyle işbirliği yapabilmek, çevirmenin ufkunu çok açıyor. Kitabı yayınlayan Scala Yayınları’nın sahibi/editörü Canan ve Hakan Feyyat ikilisiyle güzel bir işbirliğimiz vardı. Bazı seçenekleri eleyip bu terime yönelmemde onların payını ihmal edersek haksızlık etmiş oluruz.

Sonuçta, aradan geçen yirmi yıla yakın süre içinde, görülüyor ki coopetition kelimesinin karşılığı olarak bu terim oturmuş. Bana sorulan bu soru üzerine internete girip “gugıllayınca” akademik tezler dahil birçok makale, yazı ve tartışmaya rastladım. Demek ki Türkiye’de insanlar, bir hali, benim bulduğum bir kelimeyle anlatıyorlar. Benim düşünce sürecimin ürünü, insanların zihinlerinden geçen bir kavramın başkalarına aktarabileceği araç haline gelmiş. Memnun oldum.

Tabii 1998 yılında çevrilmiş bir kitaptan bahsediyoruz. Dolayısıyla burada anlattığım düşünceler, aradan geçen onca yıla rağmen hatırlayabildiklerim. (Belki hatırlayamadığım yerlerde biraz da eksikleri tamamlamışımdır!)

Çok daha yenilerden, 2015 yılından, başka bir terim türetme örneği de verebilirim:
Biyografi dizisi editörü olarak ünlü devlet adamı Bismarck’ın biyografisini çalışıyordum. Malum, Bismack, Alman İmparatorluğu’nun kurucusudur. Bu imparatorluğun başına geçerek ilk Alman İmparatoru olan I. Wilhelm, ünlü Romalı komutan Caesar’ın (okunuşu “kayzar”) adından hareketle, “kayzer” unvanıyla onurlandırılıyor. Tabii Kayzer’in bir de eşi var. Hanımefendiye, Almanlar, “kayzerin eşi” anlamına, “kayzerin” diyorlar. Kral-kraliçe, imparator-imparatoriçe, çar-çariçe gibi bir ikili yani. Ancak Türk tarih yazınında “kayzerin” unvanını karşılayacak bir kelime yok. Örneğin Wilhelm’le birlikte eşinin geldiği söylenecek, “kral ve kraliçe teşrif ettiler” gibi bir cümle kurulamıyor, “Kayzer Wilhelm ve İmparatoriçe Augusta teşrif ettiler” deniyor. Sanki Agusta, İmparator Franz Josef’in eşi. (Fazla uzatıyor olabilirim ama o dönemde Almanya’nın liderine kayzer, Rusya’nın liderine çar, Avusturya-Macaristan’ın liderine İmparator, İngiltere liderine Kral deniyordu.) Hem kafa karıştıran, hem de hayli sakil duran bu kelime çifti, kitapta çokça geçiyordu. Aslında Türkçenin güzel bir olanağı olan “-içe” eki kullanılarak “kayzeriçe” kelimesi şimdiye kadar çoktan türetilmiş olmalıydı. Çok önemli bir buluş da değildi. Ama olmamıştı işte. Sonuçta tarihçiler camiası içinde yer almayan biri olarak bu eksikliği ben tamamladım. Kitabı hayli de rahatlattı. Tabii, kullanmadan önce bazı tarihçilere sordum. Kimi, “Aaa, ne güzel” dedi, kimi ise “Hadi canım, öyle şey mi olur” diye olmazlandı. İlk kullandığım yere durumu anlatan şu dipnotu koydum:

1806 yılında yıkılana kadar Kutsal Roma-Germen İmparatorları, Eski Roma ile bağ kurduklarını vurgulamak amacıyla ünlü Romalı komutan ve devlet adamı Caesar’ın adından türetilmiş “kayzer (kaiser)” unvanını kullanırlardı. İmparator anlamına gelen bu unvan, Almanya’nın Prusya önderliğinde birleşmesiyle 1871’de kurulan imparatorluğun hükümdarları tarafından da kullanıldı. Bu dönemde üç kayzer vardır: Kayzer I. Wilhelm, Kayzer III. Friedrich ve Kayzer II. Wilhelm. Kayzerlerin eşlerine, yani Alman imparatoriçelerine ise “kayzerin” unvanı verilmekteydi. Ancak kayzerin unvanı, Türk tarihyazınında hiç kullanılmamış, kayzerlerin eşlerine, “imparatoriçe” denilmiştir. Hem kayzer unvanıyla bağlantısını vurgulamak, hem de “kayzer ve imparatoriçe” gibi uyumsuz bir yazımdan kaçınmak amacıyla, “çariçe”, “imparatoriçe”, “kraliçe” gibi unvanlara okurun alışık olmasından yararlanarak, bu metinde “kayzerin” unvanını, “kayzeriçe” kelimesiyle karşılamayı tercih ettik-e.n.

Kitap piyasaya daha yeni çıktı. (Bismarck, Jonathan Steinberg, çev: Hakan Abacı, ed: Levent Cinemre, İş Kültür Yayınları, 2015) Bakalım bu konuda olumlu veya olumsuz bir geri dönüş alabilecek miyiz? Daha da önemlisi, terim tutacak, kullanıma girecek ve Türkçenin ifade gücünü biraz daha artırmış olacak mı?

(2015)