Allison Braden’ın Tim Parks’la yaptığı bu söyleşi ilk olarak Asymptote dergisinde yayınlanmış, Asymptote’un ve Tim Parks’ın izniyle Türkçeye çevrilmiştir.
Allison Braden (AB): Katıldığım bir çeviri konferansında, yazarın iletmek istediği anlamı önemli ölçüde engellemediği müddetçe çeviri hatalarının önemsiz olduğunu ileri süren bir panelistin konuşmasını dinlemiştim. Mümkün mertebe hata yapmaktan kaçınmaya çalıştığını da eklemişti sözlerine. Sonra, izleyicilerden biri, çeviri kariyerinde ilerledikçe daha çok “hata” yaptığını, çünkü kazandığı deneyimin kendisine fazladan serbestlik sağladığını ileri sürmüştü. Semantik kesinliğe önem verdiği söylenebilecek bu meslek grubunda, “hata mı aracının müdahalesi mi” sorusu endişe verici bir belirsizlik taşıyor sanki. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?
Tim Parks (TP): Okur, kelimelere anlam verecek bir yetkinlik ve kültürel birikim getirebildiğinde canlanır edebi metinler. Çevirmen, yabancı metni doğrudan doğruya okuyamayanlarımız adına o metni okuyan kişi olduğu için çevirmenin tam da böyle bir okur olduğunu ve böyle bir yetkinlik ve bilgi taşıdığını umarız. Anadiliniz olmayan bir dilde derin ve hassas bir okur olmak kolay değil elbette. Hemen hemen hepimizin bilgisinde boşluklar var. Dolayısıyla çevirmenin bir şeyleri kaçırdığı, belli bir ifadenin aslında deyim olduğunu, belli bir bağlamda şu veya bu kelimenin alışılmadık bir yananlam taşıyabildiğini fark etmediği durumlar olacaktır; çevirmen daha sonra kendi çevirisini kâğıda döktüğünde hata yapılmış olur. Hatanın önemi metindeki yerine, söz konusu metnin türüne bağlı olacaktır. İncir çekirdeğini doldurmayan veya tali bir hata da olabilir bu. Fakat can alıcı önemde olması da bir o kadar mümkün. Ya da art arda gelen küçük hatalar birike birike metnin edasında ve duygusunda kapsamlı bir değişime yol açabilir. Hangisi olursa olsun, hatalara (ki bunlara hatadan başka ne diyebiliriz bilmiyorum) iyi gözle bakmak zor.
Aslında pek de zorluk taşımayan bir meseleye istinaden gözlemlediğiniz “belirsizliğe” dönecek olursak, bu durumun, çevirmenin kaynak dildeki yetkinliğine ilişkin bir zafiyet duygusundan kaynaklandığını düşünmeden edemiyor insan. Yabancı bir dile ucundan kıyısından hâkim olup İngilizcenizle derli toplu bir üslup tutturmanızın (ya da çeviri bölümlerinde yüksek lisans yapmanın) yeterli olduğunu, böylece başarıyla çeviri yapabileceğinizi, hatta ödüller bile kazanabileceğinizi ileri süren bir yaklaşım var günümüzde. Fakat dil dediğimiz şey zengin bir şölen, edebiyat da bu zenginlikten yararlanır, yoğunlaştırır onu. Barındırdığı onca gönderme, zekâ parıltısı ve çağrışım için, onu yeniden okuduğumuzda daha fazlasını bulacağımızı hissettiğimiz için severiz güzel bir metni. İnsanın ikinci bir dilde tüm bu incelikleri (hatta bu inceliklerin büyük kısmını) gerçek anlamda yakalayabileceği bir yetkinliğe ulaşması kolay değil. Dolayısıyla kimi çevirmenler savunmacı veya kaçamaklı bir tavır sergileyebiliyor, bu da anlaşılır aslında.
AB: “Why Translation Deserves Scrutiny” başlıklı yazınızda çeviri eleştirisinin neye benzemesi gerektiğine ilişkin pek çok soru ortaya attınız. Ne gibi cevaplara ulaştınız?
TP: Sorulacak ilk soru galiba şu: Kitabı mı değerlendiriyoruz, çeviriyi mi? Bir kitabı değerlendirme işi aldıysanız ve kitabın çevrildiği dili bilmiyorsanız, üslup ve içeriğin iç içe geçmişliğine, metnin tutarlılığına, kitabı okumanın verdiği yahut veremediği hazza vb. ilişkin birtakım yorumlarda bulunmaktan başka ne yapabilirsiniz ki? Sahiden, asıl metni bilmiyorsanız çevirinin niteliğine dair (olumlu olumsuz) hiçbir iddialı beyanda bulunmamak daha iyi olur. Yine aynı şekilde, kaynak dilleri bilmeyen, çevirinin belli kısımlarını aslıyla karşılaştıramayan jüri üyelerinin çeviri ödülü dağıtmasını doğru bulmuyorum.
Bildiğiniz dildeki herhangi bir klasik eserin önem arz eden yeni bir çevirisi üzerine yorumda bulunmanız istenmişse, utanç verici bir yığın hata bulmuşsanız, hele bir de söz konusu çeviri, kitabın şömizinde sıralanacak o methiyelere malzeme çıksın diye meşhur kimselerce göklere çıkarılmışsa, bambaşka bir sorunla karşı karşıya kalmış olursunuz. Geçenlerde, ABD’de yayımlanan bir dergi için değerlendirme yazısı yazdığım, İtalyancadan yapılmış önemli bir çevirideki durum da buydu. Çok ama çok hata vardı, bazıları metnin anlamını tahrif edecek ölçüde kritik hatalardı, fakat ilginçtir, bu hataların hiçbiri aynı eserin önceki çevirisinde yoktu. Bu gibi durumlarda insan ne diyeceğini bilemiyor gerçekten, çünkü bir eserin yeni çevirisine yatırım yapmak gibi cesur bir karar almış yayıncılarla külahları değişmek istemiyorsunuz, fakat yine de insanların –çevirideki eksikliklere rağmen iyi bir kitap sayılabilecek– bu kitabı okumasını istiyorsunuz. Öte yandan serde dürüstlük de var, yoksa neden kitap değerlendirmesi kaleme alır ki insan? Bu gibi şeylerin üstünü örterek edebiyat dünyasına iyilik yapılabileceğini kesinlikle düşünmüyorum ama.
AB: Bir yerde şöyle yazmışsınız: “Geleneksel eleştirel analiz istediği kadar parlak olsun, bir romanı anlamakta istediği kadar yardımcı olsun bize, verdiğimiz ilk tepkinin tonunu nadiren değiştirebilir.” Sizin için eleştirinin temel amacı nedir? Bu amaç çeviri eleştirisinde farklı mıdır?
TP: Bahsettiğiniz tartışmada bir romana veya şiire verdiğimiz tepkinin kendiliğinden veya dürtüsel bir unsur taşıdığını öne sürüyordum; zira şeyleri sevmeye karar vermeyiz. Severiz veya sevmeyiz, hayat anlayışımıza, bir kitabın nasıl olması gerektiğine dair anlayışımıza uyuyorlardır veya uymuyorlardır. Buna karşın eleştiri, edindiğimiz kanaati sonradan değiştirebilir. Yüzyıllar önce yazılmış, bize karmaşık ve şaşırtıcı gelen bir roman okumuşuzdur belki, derken bir eleştirmen ilgili bağlamı kısmen yeniden kurar ve açıklığa kavuşuverir her şey. Kitabın neden öyle olduğunu görmeye başlarız, bir şeyler öğrenmiş olmanın heyecanını duyarız, kitapla başka türlü bir ilişki kurarız. Aynı zamanda eleştirmenin kurduğu ilişkiye de karşılık veririz. Kitaba ilişkin aldığımız konumu, bu konumu eleştirmenin konumuyla kıyaslayarak, yani kendi konumumuzu eleştirmenle kıyaslayarak anlarız. Kendimize ve başkalarına dair farkındalık kazanmak için faydalıdır bu. İyi bir kitap, genellikle, hakkında daha fazla şey öğrendikçe, onu anlamamızı sağlayacak daha fazla bağlama kavuştukça, olsa olsa daha da parlar gözümüzde. Zayıf bir kitap içinse tam tersi geçerlidir. Daha fazla anladıkça size daha da kötü gelir.
Çeviri eleştirisiyse biraz farklı. Gerçekten ilgimi çeken tek çeviri eleştirisi, kaynak esere dair derin bir kavrayıştan yola çıkıp çevirinin bu eserle nasıl başa çıktığını inceleyen türden çeviri eleştirisidir. Ya da orijinal eseri daha iyi anlamak, belki de eserin kendi dilimizdeki konumu üzerine düşünmek için çeviri ile kaynak eser arasındaki gerilimden yararlanan türden çeviri eleştirisi… Hataları sayıp dökmekle yetinen yahut çevirinin akıcılığına alkış tutan çeviri eleştirisini pek ilginç bulmuyorum doğrusu.
AB: Okurların uygun tepkiyi verecek donanıma sahip olmadıklarını ima eden bir çeviri eleştirisinin, okurun esere verdiği ilk tepkiye gölge düşürebileceğini –veya bu tepkiyi hükümsüz kılabileceğini– tahmin edebiliyorum. Fakat alanı ne olursa olsun her eleştirmen uzmanlığıyla kıymet görür. Eleştirmen ile okur arasında kurulan dinamik, çeviride nasıl değişikliğe uğruyor? Söz konusu dinamik, eleştiriye yaklaşımınıza tesir ediyor mu?
TP: İlk tespitinize tamamen katılıyorum. Diğerlerine gelince, eleştiriye açık bir zihinle, şu veya bu kitaba ilişkin düşüncemizin değişeceğinden korkmaksızın, hatta o kitabı daha fazla seveceğimiz veya ona duyduğumuz çekimden belki de kurtulacağımız düşüncesiyle heyecana kapılarak eleştiriye yaklaşmamız gerektiğini söylemekle yetinebilirim. Kendimizi ilk izlenimlere, alabildiğine sevdiğimiz veya alabildiğine nefret ettiğimiz şeylere bağlamak çocukça. Ama bu da her eleştiriyle hemfikir olmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Nitekim eleştirmenlerin tek derdi birilerine diş bilemek olmamalı. Eleştiri okurunun aldığı keyif biraz da eleştirmenin meşrebini saptamakta yatar. Bütün mesele birbirimizle ilişkilenmeye çabalamamız, yazı aracılığıyla buluşmamızdır.
Hayatımı İtalya’da, çeviri üzerine ders vererek, çeviri yaparak ve yazarak geçirdiğim için, İtalyancadan yapılmış bir çeviri hakkında eleştiri yazdığımda –doğal olarak– pek çok okurumun bildiğinden daha fazla bilgiyle yola çıkıyorum. İnsan bu durumun ağırlığını başkalarının sırtına yüklemekten, kendisini nihai merci diye satmaktan kaçınmaya çalışıyor tabii. Ama yine de okuduğum eleştiride bilmediğim bir dilden yapılmış şu veya bu çevirinin asıl metinle ilişkisinin bana açıklanmasına bayılırım. Uzmanlığı el üstünde tutmamız lazım hepimizin. Edebiyat dergilerinin görevi de bu aslında: Bir konu üzerine uzun uzadıya düşünmüş, o konuda yetkin insanların deneyimlerini okurlarına sunmak; kanaat veya ideoloji sunmak değil.
AB: İnternet üzerinden okurla buluşan kitap kültürü ve eleştirisi, kısmen bu kültürün arkasındaki topluluğun soyutlanmışlığı nedeniyle, genel itibariyle “fazla iyi niyetli” olmakla eleştiriliyor. Kimi eleştirmenler vasat altı eserlerden ziyade dişe dokunur eserlere dikkat çekmeyi tercih ettiklerini iddia ediyor. Eleştirmenlerin değerlendirecekleri eserleri seçebildiğini kabul edersek, bu argüman size inandırıcı geliyor mu?
TP: Son yıllarda –özellikle de Anglosakson ülkelerde– çeviri belli bir siyasi duruşla birlikte anılır oldu. Çeviri, geniş anlamda, ahlaken doğru bir şey olarak görülüyor. Dolayısıyla da kötü yapılsa bile savunulması lazım. 2017’de Amerikan Edebiyat Çevirmenleri konferansında söz aldığım bir oturumda, vaktiyle yazdığım yazılardan birine sinirlenen bir PEN üyesi, çevirinin genel imajına zarar vermemek için birtakım çevirileri eleştirmektense sadece yayımlanan çevirileri tanıtıp desteklemeyi kendime vazife edinmeye sıcak bakıp bakmadığımı sormuştu. Cevabım hayırdı. Niteliğine bakmaksızın bir çeviriyi (ya da herhangi başka bir şeyi) destekleme mecburiyetimiz yok. Edebiyat hakkında konuşuyoruz: Edebiyata ilişkin ne düşündüğümüzü, edebiyatın nasıl yapıldığını, nasıl işlediğini, ne şekilde çevrildiğini konuşuyoruz. Konuşurken de dürüst olmak istiyoruz. İhtiyaç duyduğumuz son şey, başkalarına aktarılmaması gerektiğini hissettiğimiz uygunsuz birtakım bilgilerin muhafızı olup çıkmaktır.
AB: Çeviride nitelik meselesi ezelden beri tartışılıyor. Konu üzerine birikmiş o teorik yığın, eleştirmen olarak yük oluyor mu size? Teori, eleştiri yaklaşımınızı etkileyip önemli ölçüde değiştirdi mi?
TP: Geçen sene, en eski çağlardan günümüze çeviri teorisi üzerine bir lisansüstü dersi verdim, böylece eski metinleri deşip birçok şeyi yeniden okuma fırsatım oldu. Her zaman doğrudan doğruya kullanılabilir olmasalar da son derece değerli ve büyüleyici buldum bu metinleri. Bir çağı veya kültürü tayin eden o kapsayıcı ideoloji ve inançlarda yaşanan değişimle birlikte çeviri yaklaşımlarının da nasıl değiştiğini görüyorsunuz. Konumuzla ilgili olduğunu düşündüğüm, asıl meselenin ne olduğunu insana hatırlatan birkaç alıntı yapmak isterim izninizle. İşte Leonardo Bruni, bir çeviriye biraz fazla yüklendiğine dair gelen eleştirilere cevap vererek bu meseleyi neden önemsememiz gerektiğini hatırlatıyor:
“Eleştirimde haddinden fazla hararetli olduğumu teslim ediyorum etmesine, ama bu hararetin nedeni kapıldığım infial duygusuydu. Yunancası zarafetle, zevkle ve sonsuz bir güzellikle dolu kitapların Latincede en berbatından bir çeviri diliyle kirletilip çirkinleştirildiğini görmek gerçek bir sızıya, hatta ıstıraba yol açtı bende.”
Bruni çeviriyi önemsiyor, bu yüzden eleştiriyor çeviriyi. Metnin niteliği, çevirmenin kırılmış kalbinden daha önemlidir. Şimdi de, farklı çeviri türleri üzerine kafa yoran Dryden’a, onun üslup uğruna semantik mütekabiliyetin serbestçe gözden çıkarıldığı “taklide” dair söylediklerine kulak verelim:
“Adlı adınca söylersek; bir yazarı taklit etmek çevirmenin kendisini göstermesi için en elverişli yoldur, ama [aynı zamanda] ölülerin hatırasına ve itibarına yapılabilecek en büyük yanlıştır.”
Böyle yorumlarla karşılaşmayı çok seviyorum. Fakat bunlar, yıllarca kafa yordukları meselelere ilişkin vardıkları sonuçları paylaşmak isteyen deneyimli çevirmenlerin yazdığı yorumlar elbet.
AB: Okurken çeviriye daha duyarlı olmak isteyen tek-dilli okurlara ne önerirsiniz? Asıl metne başvurmaksızın çeviri niteliğine dair daha eleştirel bir farkındalık kazanmak mümkün mü?
TP: Metnin çevrildiğini, asıl metni okuduktan sonra anladıklarını –kendi bakışını da ister istemez katarak– kâğıda dökmek için elinden geleni yapan biri aracılığıyla metnin size ulaştığını akılda tutmak yeterli. Çeviriye özel bir duyarga geliştirmektense genel olarak daha bir dikkat kesilmemiz, önümüzde açık duran sayfada ne olduğunun mümkün mertebe farkında olmamız galiba daha iyi olacaktır hepimiz için. Sık sık bulmak istediğimizi okuruz, pek çok şey fark edilmeden geçip gider.
AB: Son olarak, çeviri eleştirmeninin görevi ve “hata mı aracının müdahalesi mi” mevzuları özelinde, size sormadığım en ilginç şey nedir?
TP: Hatalar ilginç değil; hiç hataya rastlamamak, onları hiç zikretmemek şahane olurdu. Aynı edebiyat eserinin kılı kırk yararak yapılmış birden fazla çevirisini bulup hem bu çevirilerin arasındaki farkın hem de kaynak metin ile bu çeviriler arasındaki farkın tadına varmak çok daha ilginç. İşte bu farka aracının müdahalesi veya basitçe, çevirmenlerin asıl metni okuma deneyimlerine sadık kalma arzularının sonucu diyebiliriz. Her halükarda farklı çeviriler bir kitabın yalnızca okunurken varlık kazandığını, her münferit okumanın farklı olduğunu hatırlatır bize. Dolayısıyla çeviri, edebiyatın yazar ile okurun ancak ve ancak birlikte yapabileceği bir şey olduğunu kavramamızı sağlar.
(çev. Yunus Çetin)