Mizah üstadı, kıymetli fıkra ve hikâye muharriri Refik Halid’den “Yürüyüş” gazetesine bir mülâkat vermesini rica etmiştim. Üstad, bu ricamı kırmadı ve bana ertesi gün için, saat dokuzda randevu verdi.
Ertesi sabah… Refik Halid’in oturduğu apartımanın merdivenlerini çıkarken, dairelerin birindeki bir saat dokuzu çalıyordu. Zilin düğmesine bastım. Kapıyı bizzat üstad açtı. Artık onun güler yüzüyle karşı karşıya bulunuyordum. Üzerinde şık bir sabah kıyafeti vardı. Kendisi pek genç ve sıhhati yerinde görünüyordu. Sordum:
– Üstadım, acaba erken mi geldim?
Galiba saatin dokuza geldiğinin farkında değildi:
– Biraz… dedi.
– Fakat siz bu saatte randevu vermiştiniz.
– Öyleyse, niçin erken geldiğini söylüyorsun? Tam zamanı. Ben intizamı ve sözünde duranları severim.
Bu sözleri söyledikten sonra, beni kendi çalışma odasına götürdü. Ve büyük bir misafirperverlikle, bana oturacak yer gösterdi. Teşekkür ederek oturdum.
Şimdi bulunduğum odayı tetkik ediyorum. Her taraf tertemiz… Her şey intizamla yerleştirilmiş. Refik Halid’in intizamı sevdiği ilk bakışta anlaşılıyor.
Sabahları çalıştığını bildiğim için, ona kıymetli vakitlerini boş geçirtmemek düşüncesile hemen sormaya başladım:
– Üstadım, bugünkü yazı hayatımız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sigarasından bir nefes çekerek cevap verdi:
– Bugünkü yazı hayatımızda, üzerinde durulacak üç mesele var, sanıyorum: Birincisi, adaptasiyonculuk; ikincisi, tercümelerdeki bozukluk; üçüncüsü de vezin ile kafiyeden kurtulması dolayısile herkesin işi haline girdiği sanılan şiir.
– Meselâ, adaptasiyonculuk hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
– Adaptasiyonculuk, yerli eserlerin kıymetini düşürmek, bunların matbuatta yer bulmasına engel olmak ve yeni muharrirleri kolaya, çıkarına alıştırmak itibarile zararlıdır. Geçen gün adaptasiyona meraklı bir muharrir: “Fena bir telif eserden bozukça bir adaptasiyon daha iyidir.” gibi bir şey söylüyordu. Ben bu fikirde değilim. Fikrimce “İyi bir adaptasiyon pek fena bir teliften daha çok fenadır; bunların en iyisi düzgünce bir tercümedir. Hattâ yerli Dikişçi kız romanları bile değme bir adaptasiyon eserden üstün tutulmalıdır.”
Bu sırada bize çay getirdikleri için, üstad bir müddet susmuştu. Ben de yeni bir suale geçerek:
– Üstadım, dedim, tercüme hakkında da bir şeyler söyleseniz?
O çayını karıştırarak dedi ki:
– Adaptasiyoncuların bir cihetten hakları var. Tercüme pek güç bir iştir. Yalnız, dedikleri gibi lisan bilmek değil, emek de ister. Masanın başına geçip, ciddî şekilde; bir eser yapıyorum diye çalışmıya lüzum gösterir. Öyle binbir gezinti, tozuntu, bar, kulüp, meyhane hayatı içinde iyi bir tercüme yapılamaz. Ancak, buralardan çakır keyif dönüşte olsa olsa bir adaptasiyon çıkarılabilir. Tercüme telif kadar zordur, belki de daha zordur. Zira sabır, tetkik, üşenmemek, sinir kuvveti ister. Yani sıhhatle ve bir düzgün hayatla vücuda gelebilir. Bizim tercümeye ihtiyacımız çok derindir. Lâkin bilgi, vicdan, insaf ve marifetle yapılmış olanlarına.
– Peki, vezinsiz, kafiyesiz şiirlere ne dersiniz?
– Şiir, vezinsiz veya kafiyesiz, gene şiir olabilir. Nitekim ara sıra böylelerine rastlıyoruz. Lâkin her vezinsiz ve kafiyesiz satırı alt alta dizmekle şiir meydana gelmez. Memleketimizin dört bucağında çıkarılan hangi mecmuayı açsak, en aşağı dört beş şiire tesadüf ediyoruz. Yıllardan beri bu böyle devam ediyor. Fakat yıllardan beri de hâlâ meydanda kendine kaide kurmuş bir tek şair yok. Bir yağmur farzediniz ki, sicim gibi yağıyor, lâkin yere bir damlası düşmüyor ve milyonlarca damlası bir araya geldiği halde elinize bir tas su geçmiyor. İşte bol bol serptiğini gördüğünüz yağmur o şiirlerdir; fakat elimize geçmiyen bir tas su da beklediğimiz o şairdir.
Bu konuşmamız işte üstadın bu güzel ve haklı teşbihinden sonra bitmişti. Kendisine teşekkür ederek ayrıldım.
Kaynak: Haftalık Fikir ve San’at Gazetesi Yürüyüş, Yıl 1 – No. 2, 19 İkinciteşrin Çarşamba, 1941.
Parşömen Sanal Fanzin‘de rastladığımız bu Şahabeddin Uzunkaya-Refik Halid söyleşisine izinleri doğrultusunda biz de sitemizde yer vermek istedik. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Metnin imlası korunmuştur.