Mustafa Asım Çalıkoğlu benim hiç tanıyamadığım büyükdedem. Kan bağının dışında bir ortak noktamız da bambaşka işlerle uğraştıktan sonra hayatlarımızın bir noktasında kitap çevirmeni olmamız. İnsanın büyükdedesiyle aynı işle uğraşmasının sonucu ise mesleğinin 80 yıl önceki durumunu bugünle kıyaslayarak inceleyebilmek oluyor.
Asım Bey 1874’te doğmuş, 1969’da vefat etmiş. Genç yaşta Rumca, İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenmiş. Gazetecilik, tercümanlık, devlet memurluğu, İttihat Terakki üyeliği, Meclis-i Mebusan Başkatipliği, TBMM Başkatipliği, mutasarrıflık, valilik yapmış, Anadolu Ajansı’nın ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kuruluşunda görev almış, 1942’de emekli olduktan sonra kitap çevirilerine, köşe yazılarına ağırlık vermiş ve hatıralarını “İstibdattan Cumhuriyete” ve “İmparatorluğun Yıkılışına Doğru” başlıklarıyla Son Posta gazetesinde tefrika etmiş bir isim. Kocaeli Üniversitesi’nden Ekrem Sarı’nın 2019’da yazdığı yüksek lisans tezi Asım Çalıkoğlu’nun Hayatı ve Eserleri bu ilginç yaşamöyküsünü detaylı olarak inceliyor ve özellikle çalışma hayatına dair pek çok detay sunuyor.
Kitap çevirmenliği açısından bakarsak Asım Bey’e dair bilgilerin, belgelerin en ilginç noktası şu: Yıllar geçmiş, yüzyıl, hatta binyıl değişmiş, dünya değişmiş, teknoloji gelişmiş ama çevirmenin derdi hep aynı kalmış.
Asım Bey dönemin önemli yayınevlerinden, İbrahim Hilmi Çığıraçan’ın sahibi olduğu Hilmi Kitabevi ile çalışmış. Bize kalan mektuplaşma yaşanan sorunlara dair önemli bilgiler veriyor. Örneğin Guy de Maupassant’ın Bir Hayat adlı kitabının çevirisi nedeniyle yaşadıkları soruna dair, aşağıda tamamını görebileceğiniz 31 Mayıs 1947 tarihli mektupta Çığıraçan’a şunları yazar:
… 350’den fazla sayfalı, en yüksek edebi üslupda yazılmış, edebiyyat tarihlerine geçmiş bir eseri bana 150 lira gibi bir odun yarıcının bir aylık kazancından dûn [düşük] bir bedel mukabili yaptırmak istediniz. Üstelik, eserin başından mütercim adını kaldırmak sureti ile en sarih, en meşru, en kanunî bir hakkımı da tanımak istemediniz…
Maddi ve manevi hakları için mücadele eden günümüz çevirmenlerinin aşina olduğu sorunlar, değil mi?
Aynı mektupta, kitabın bir kısmının çevirisinin başkasına yaptırılmasına ve çevirmen ismi yazılmadan basılmasına şu sözlerle karşı çıkmıştır:
…Kitabı o suretle ikmal ve isimsiz olarak neşredecek olursanız ayni günde ben de gazetelere bir mektup yazarak kitabın ya hepsinin yahut bir kısmının benim tercümem olduğunu ve rızam hilafında olarak bu hakkımın iptal edildiğini ilan ederim…
Bir başka deyişle, çevirmenlerin haklarını aramak için seslerini duyurmaya çalışmaları, bunun için “açık mektup” gibi bir yola başvurmaları da yeni bir şey değil.
Aynı mektupta değinilen başka bir dert de yayınevinin basmadığı kitabın ödemesini yapmaması:
…Bitirmeden şunu da ilave edeyim ki, “Bu Herşeyden Üstün” adıyla tercüme ettiğim eserin ikinci cildinin yazıları kâmilen size teslim edilmiş olduğu halde ha bugün ha yarın diyerek sürüncemede kalmakdadır ve ona mahsuben yalnız elli lira kadar bir para aldım. Basılsın basılmasın o yazıların da pazarlığımız veçhile on iki buçuk liradan bedelini istemek hakkımı son cevabınıza intizaren muhafaza etmekdeyim. Eminim ki yüksek vicdanınız bu işin de artık yakında halline bir çare bulur…
Peki bunları neden yazdım? Yıllar önce de aynı sorunların yaşandığını, hiçbir şeyin değişmediğini söyleyip içinizi karartmak için değil elbette.
Öncelikle, sorunların ve yayınevinin tavrının aynı olması aslında konunun iddia edildiği gibi bugünkü ekonomik krizle, düşük satış rakamlarıyla, yayıncı sayısının artmasının getirdiği rekabetçi ortamla ilgisi olmadığını ortaya koyuyor. Yayınevi için dün de bugün de kârını artırmanın en kolay yolu çevirmenin telif ücretini kesmek, geciktirmek, manevi hakları yok saymak pahasına bile olsa bazen çeviriyi başkasına, daha ucuza yaptırmak.
Ayrıca şu farkı da görmek gerekir ki, her ne kadar sorunlar ve sürdürülen mücadele benzer de olsa bugünkü kitap çevirmenlerinin durumu eskisiyle aynı değil. Her şeyden önce artık Çevbir gibi telifli eser çevirmenlerinin haklarını korumak için kurulmuş bir meslek birliğimiz var. Böylece sorunların sadece yayıncılar çerçevesinde değil devlet kurumları nezdinde de dile getirilmesi, çözüm aranması mümkün oluyor. Çevirmen haklarını iyileştirecek baskı takip olanakları, yasal düzenlemeler gibi konularda Çevbir mesleğin temsilcisi olarak söz söyleme şansına sahip. Bu konuda alınacak çok yolumuz var elbette, ama örgütlenmeden önce böyle bir şansımızın olmadığı muhakkak.
Bir diğer avantajımız da yayınevleri ile yaşanan sorunlarda Çevbir’in devreye girip gerekirse yasal yollarla çevirmenin haklarını arayabilmesi. Çevbir üyesi olarak, imzalayacağım sözleşmeye dair sorularımdan alamadığım ödememin takibine kadar hukuki destek ve danışmanlık sunulduğunu bilmek bile içimi rahatlatıyor, yalnız olmadığımı hissettiriyor. Kısacası değişmeyen şeyler olduğu gibi, değişen şeyler de var; birlikte mücadele ettikçe başka değişenler de olacak…
S. Süreyya Çalıkoğlu