Söyleşi: Damla Göl

Irvin D. Yalom’dan hem “Bir Psikiyatristin Anıları”nı hem de “Günübirlik Hayatlar”ı çevirdiniz. Yazarın üslubuna aşina olmak işinizi kolaylaştırdı mı, yoksa daha fazla zorluk mu yarattı?

Elif Okan Gezmiş: Yalom kitapları Türkiye’de hayli popüler, bunda çevirmenlerinin kuşkusuz büyük payı var. Keza ben de daha lisedeyken o çevirmenlerden okumuştum Yalom kitaplarını. Dolayısıyla üstümde bunun baskısını çok hissettim. Eski kitapları tekrar karıştırsam mı, yakın bir dil tutturmaya çalışsam mı diye epeyce düşündüm ilk başta. Ama sonra Yalom’un tarzını yeterince içselleştirmiş olduğuma güvenerek hareket etmenin daha doğal bir akış sağlayacağına karar verdim. Tabii işin içine biraz da kendi psikoterapistliğimden kaynaklanan bir üslup karıştı muhtemelen. Yine de okurlardan olumlu geri dönüşler gelmesi bu açıdan içimi rahatlatıyor. Sanıyorum çok büyük bir fark olmadı dilde önceki çevirilerle, öyle umuyorum en azından.

Ağırlıkla psikoloji metinleri üzerine çalışıyorsunuz. Psikolog oluşunuz çevirilerinizi ve terim seçimlerinizi etkiliyordur muhakkak. Peki yaptığınız çeviriler sizin psikolog kimliğinizi etkiledi mi?

Elif Okan Gezmiş: Harika bir soru! Kısaca cevap vermeye çalışayım: Etkiledi, hem de nasıl! Öncelikle, çevirdiğim kitaplardan çok şey öğrendim. Hiç bilmediğim teknikler, hikâyeler duydum ve bunları terapide de yer yer paylaştım, kullandım. Ayrıca, her kitapta, bu ister kurgu olsun ister kurgu dışı, çevirmenin kitapla uğraştığı haftalar boyunca ister istemez yazarın diline, kimliğine büründüğüne inanıyorum. Bu açıdan çevirmenlik oyunculuğa benziyor biraz: role girmek, karakteri yaşamak… Dolayısıyla, örneğin Yalom çevirirken, onun terapi yaklaşımının, tarzının bana da “bulaştığını” hissettiğim zamanlar oldu. Veya Jeffrey Kottler’den Terapist Olmak Üzerine’yi çevirirken kendi terapist kimliğimle yaşadığım zorluklar üzerine epeyce düşündüm ve bu beni pek çok açıdan hem rahatlattı hem de esnetti. Acının Kaynakları’nda (Salman Akhtar) duygularla fazlaca haşır neşir olduğumdan terapi süreçlerinde duygulara daha çok odaklanmaya başladığımı fark ettim… Örnekler çoğaltılabilir. Özetle, çevirmenlik ve terapistlik karşılıklı birbirini besleyen iki uğraş benim için. 

Çeviriye hazırlık süreciniz nasıl işliyor? Belirli bir çalışma ritüeliniz var mı? 

Elif Okan Gezmiş: Genelde doğrudan başlıyorum çeviriye. Ben de kitabı çevirdikçe okumuş oluyorum. Bu ne kadar ideal bir yaklaşım, emin değilim. Biraz vakitsizlikle alakalı bir yöntem tabii, bir de kurgu harici metinlerin buna izin veren bir yapısı var gibi geliyor bana. Ama böylesi daha heyecanlı oluyor, orası kesin. Çevirinin içine girdikçe genelde yazarı araştırmaya başlıyorum. Varsa videolarını izliyorum mesela veya hayatını okuyorum. Seslendirdiğim kişiyi daha yakından tanıma ihtiyacı duyuyorum sanırım. 

Sabah 7’de kalkıyorum. Hızlı bir kahvaltının ardından çalışmaya 7 buçuk gibi başlıyorum. Öğleden sonraları genellikle başka işlerim olduğu için öğlene kadar aralıksız çalışıyorum. Eğer zaman darsa akşam eve dönünce de çeviriye devam ediyorum. Çalışırken müzik dinlemem, kafede çalışamam, olabildiğince sessiz bir ortama ihtiyaç duyarım. Bazı günler, zihnim çok yorgunsa, odaklanmakta zorlanıyorsam, önceki günlerin çevirilerini baştan okuyup düzeltiyorum. Çeviride en zorlandığım nokta da bu sanırım: Bazı günler çok verimli geçiyor, bazı günler ise 1 sayfayı zor bitiriyorum. Ama disiplinli çalışınca bir şekilde dengeliyor günler birbirini.