Söyleşi: Damla Göl
Çevirdiğimiz her kitap bir süre hayatımızın odağı haline geliyor. Peki, savaşın dokunduğu hayatları anlatan bir kitabı çevirirken çevirmenin ruh hali nasıl etkileniyor?
Süreyya Çalıkoğlu: İnsanı üzen, kıran, karamsarlaştıran, öfkelendiren bir süreç oluyor. Haberlerde savaşı görmek de bu duyguları yaratıyor elbette, ama böyle bir romanda savaşın insan hayatını, toplumsal ilişkileri, kardeşliği, kültürü, ahlâk kavramını nasıl adım adım yok ettiğini, sebep olduğu erozyonu ayrıntılı bir şekilde görüyorsunuz, özellikle de Sinan Antûn gibi başarılı bir yazarın elinden çıkmışsa. Kişilerin öykülerini okumak bir yerde savaşa makro değil mikro etkileri açısından bakmanıza yol açıyor. Kurgu ile gerçeğin iç içe geçtiğini hissediyorsunuz. Evet, karakterler kurgu olabilir, ama dünyanın farklı yerlerinde, farklı zamanlarda bir şekilde insanların başına bunlar geldi, geliyor ve ne yazık ki gelecek. Bir grup insanın verdiği kararla acı dolu milyonlarca öykü çıkıyor ortaya ve savaşı heyecandan ibaret sanan “vuralım, kıralım, dökelim” diyen insanlar bunun farkında bile değiller. Ortada bir savaş varsa kimse acıdan muaf değil. Biz bunu anlamadan dünya daha iyi bir yer olmayacak.
Bu çeviri sürecinde sizi en çok zorlayan durum neydi? Metnin tarihi ve toplumsal detayları için bir araştırma süreci gerekli oldu mu?
Süreyya Çalıkoğlu: Sinan Antûn annesi Amerikalı, babası Iraklı bir yazar, şair, çevirmen ve akademisyen. Irak’ta büyümüş, Amerikan işgaliyle beraber ailesiyle ABD’ye yerleşmiş. Yalnız Nar Irak’ta geçiyor, gasilhane sahibi bir ailenin çocuğu olan Cevat’ın hikâyesi. Bu yüzden kültürel ve dinsel referansların yoğun olduğu bir kitap. Özellikle dinî konularda doğru çeviri yapabilmek, doğru kavramları bulmak için titiz davranmaya çalıştım, çünkü yerleşik terminolojiyi bozmamak, bizim kültürümüzde de yer alan kavramları okurun yadırgamamasını sağlamak gerekiyor. Ayetler için Kuran’ın mevcut çevirilerinden yararlandım. Bunun yanı sıra Irak’ın yakın dönem tarihi ve Bağdat hakkında çok şey okudum, öyküde geçen meydanları, caddeleri, anıtları incelemek çok ilginç oldu. Çeviride ise yazarın bu etkileyici hikâyeyi anlatırken kullandığı yalın dili bozmamaya çalıştım.
Çalışma ortamınızda sizin için olmazsa olmaz olan bir düzeniniz, alışkanlığınız var mı?
Süreyya Çalıkoğlu: Elimden geldiğince düzenli bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Genelde kahvaltıdan sonra çalışmaya başlayıp akşam yemeğinden önce paydos ediyorum. Bizim işimiz –özellikle evde tek başınıza çalışıyorsanız- kendinizi kaptırmaya, uzun saatler çalışmaya, uykusuz kalmaya, bilgisayar başında sabahlamaya, yemek yemeyi bile unutmaya çok müsait bir iş. Bu şekilde çalıştığım zamanlar oldu, ama sağlığımın ve sosyal hayatımın olumsuz etkilendiğini hissettim. Çok acil bir durum olmadıkça düzenimi bozmamaya çalışıyorum. Bir de sadece masa başında çalışırım. Çalışma masamın olmazsa olmazları bulabildiğim en rahat klavye, büyükçe bir monitör, su ve kahve.