SAVAŞ KILIÇ
Bu yazılara uzun süre sonra dönüp bir ekleme (belki eklemeler ?) yapmak istiyorum. Tuncay Birkan’ın “bağlaç deyip geçme tanı” üstbaşlıklı yazılarına bir zeyl olarak da okunabilir bu notum tabii.
Konumuz, Fransızca et (ve İngilizce and) bağlacının adversatif işlevi. Bu tür “basit” kelimelerin çevirisi genelde kolay görünür, karşılıklarının her dilde üç aşağı beş yukarı aynı anlamları taşıdıkları varsayılır ve çevirmen olarak kendimizi güvenli alanda hissederiz çoğu zaman. Oysa bu tür işlev kelimeleri de kullanım içinde farklı değerler kazanıp “temel” görevlerinin yanı sıra başka, hatta temel olanların tam tersi görevler üstlenebiliyorlar.
Bu bapta özellikle Fransızca et’nin “adversatif” (zıt, karşıt, çelişkili) ilişki kurma özelliğine dikkat çekmek istiyorum.* Bu özellik Fransızca gramer incelemelerinde kayda geçirilmiştir, aşağıda da bu kaynaklardan devşirdiğim çeşitli örnekler ve çevirileri var:
(1a) Il mange tous les jours au restaurant et il est maigre comme un fil.
Bunu normalde şöyle çevirebilir, belki kabul edilebilir bir çeviri olduğunu da düşünürüz:
(1b) Her gün lokantada yiyor ve tığ gibi ince.
Nitekim yapay zekâya (Google Translate) bu görevi verdiğimiz zaman şu sonucu elde ediyoruz:
(1c) Her gün restoranda yemek yiyor ve iş parçacığı [!] kadar zayıf.
Buna karşılık, anlambilim konusunda yapay zekâ kadar başarısız değilsek, cümleyi anlamaya çalıştığımızda, çok geçmeden Türkçede burada ama/fakat gibi bir zıtlık bağlacı kullanmamız gerektiğini fark ederiz:
(1d) Her gün lokantada yiyor ama hâlâ tığ gibi ince.
Üzerinde durabileceğimiz ikinci örnek 80’lerin başında yazılmış bir kitapta çıktı karşıma, o yüzden biraz eğlenceli:
(2a) Pierre est réactionnaire et il est passionné de Mao.
Bunu da yine her şeyi bilen, ilmi âlemi kuşatan Google hazretlerine sorduğumuz zaman şöyle bir cevap alıyoruz:
(2b) Pierre gerici ve Mao konusunda tutkulu.
Bu konularda az çok bilgisi olan herkes gericilerin Mao’ya düşkün olmadığını bilir, dolayısıyla iki cümle arasında anlam bakımından birbirini destekleme veya neden-sonuç ilişkisinden ziyade karşıtlık ilişkisi olduğunu da tahmin eder:
(2c) Kaya gericinin teki ama Mao’nun da hastası.
Üçüncü örneğim ise, Türkçeye aşina gelecek tınılarla örülü:
(3a) « Ils ont des oreilles et n’entendent pas, des yeux et ne voient pas ». (Brasillach, Corneille,1938, s. 319)
Bu cümleyi Saint Google’a sorduğuma soracağıma pişman oldum:
(3b) Kulakları var ve duymuyorlar, gözler göremiyorlar [!].
Yapay zekâ bu tür eksiltili yapıları henüz tanımıyor (yani ona tanıtılmamış) olabilir, fakat bizim gibi kıt ama doğal zekâlar şu karşılığı vermekte zorlanmaz:
(3c) Kulakları vardır ama duymazlar, gözleri vardır ama görmezler.
Öte yandan geleneksel çağrışımları dolayısıyla şöyle bir çeviri de yapılabilir ve pekâlâ makbul olabilir:
(3d) Kulakları vardır, duymazlar; gözleri vardır, görmezler.
Et’nin bu işlevine iki örnek daha verip dilbilimcilik oynarcasına bir kural da yazabiliriz: Fr. et adversatif = Tr. ama/fakat.
(4a) Ce dernier ayant tué Polonius et pas au cours d’un duel comme dans Le Cid.
(4b) Hamlet, Polonius’u öldürmüş ve > ama bunu Le Cid’de olduğu gibi düello sırasında yapmamıştır.
(5a) L’historien paraît s’adresser, tantôt à un spécialiste (…); tantôt à un lecteur ignorant et intelligent à qui il faut tout apprendre (…).
(5b) Öyle görünüyor ki tarihçi kimi zaman bir uzmana hitap eder; kimi zaman ise her şeyin bir bir öğretileceği cahil ve > ama zeki bir okura.
Son olarak şunu söyleyeyim ki Türkçe ve’nin veya yine boyundan büyük işlevleri olan bir bağlaç olarak de/da’nın karşıtlık anlamını taşıyabileceği durumlar olabilir:
(6a) Tu viens d’arriver et tu veux déjà repartir ?
(6b) Daha demin geldin ve şimdi gitmek mi istiyorsun?
(6c) Daha demin geldin, şimdi de gitmek mi istiyorsun?
Öte yandan bu tür durumlarda Türkçede asıl şu deyimin kullanıldığı söylenip itiraz edilebilir, ona da boynum kıldan ince:
(6d) Nereye, daha karpuz kesecektik?
* İngilizcede and’in de benzer bir kullanımı olduğu ama bunun galiba bir ölçüde eskidiği anlaşılıyor:
I want to go and he doesn’t.
Ben gitmek istiyorum ama o istemiyor.
Ben gitmek istiyorum da… o istemiyor.
Ben gitmek istiyorum, o ise istemiyor.
Klasik tınılı bir örneğe de rastladım:
Hee said, I goe sir, and went not. (Authorised (King James) Version, Bible, Matthew XXII)
Ben gideceğim dedi lakin gitmedi.