Savaş Kılıç – Elif Okan Gezmiş
Çeviri ya da redaksiyon işleriyle uğraşanların iyi bildiği gerçeklerden biri yaygın kullanılan birtakım küçük sözcüklerin, kimi bağlaçların, bazı ifadeleri Türkçeleştirirken –yani onları adeta Türkçe yazılmış gibi sunarken– hiç küçümsenmeyecek sorunlara gebe olduğudur. Bu “işlev” sözcükleri her dilde olabildiğince çok işlev yüklenirler, bunda şaşırtıcı bir yan yok, ama başka dillerdeki karşılıklarının, işlevlerinin bire bir örtüşmeyeceğini göz önünde tutmak da çevirmenlerin (aslında metin kurmayı ciddiye alan herkesin) aklından çıkmaması gereken konulardan biri.
Bu tür küçük işlev kelimelerinden biri İngilizce if (aşağıda söyleyeceklerimiz bir ölçüde –mutatis mutandis– Fransızca si için de geçerli, yine de o ayrı bir inceleme konusu). If’i çevirirken karşımıza çıkan sorunların başında, kolayına kaçıp “eğer … ise” kalıbıyla karşılanması geliyor. Bu mekanik çeviri anlayışı sadece edebi metinlerin değil her tür metnin çevirisinde pürüzlü, “kılçık”lı ifadeler çıkarıyor karşımıza. Çevirirken dikkat ediyoruz, sonradan üzerinde çalışırken elimizde değil, ister istemez ellemeye, kâh atıp kâh yerini değiştirmeye başlıyoruz, basılmış bir kitapta okurken belki kafamızda düzeltiyoruz.
Aşağıda if’i çevirirken hem semantik hem de stilistik nedenlerle “eğer” karşılığını kullanmamanın daha iyi olduğu durumları kısaca incelemeye çalışacağız.
I. If’in zamansal/yinelenen koşul işlevi
İngilizcede özel (yani düzanlamıyla) koşul bildiren “if” cümlelerine hepimiz aşinayızdır. Örneğin,
If you do your homework, you can go out.
(Eğer) ödevini yaparsan, dışarı çıkabilirsin.
If the rent had been lower, I would have taken the flat.
Kirası daha düşük olsa(ydı) o daireyi tutardım.
Bu iki örnekte görüldüğü üzere if’in temel işlevi olan koşul yancümlelerini, yani bir şeyin gerçekleşmesinin doğrudan bir koşula bağlı olduğu durumları, Türkçede de -se/sa’lı veya “eğer… ise”li cümlelerle karşılıyoruz. Ancak if’in İngilizcede başka işlevleri de var ve bu işlevlerden biri zamansal bir koşula, özellikle de zaman içinde yinelenen bir koşula (dilbigisindeki adıyla, habitual conditional) işaret etmek; işte bu tür durumlarda if’i Türkçede farklı bir şekilde karşılamak daha iyi oluyor.
Önce genel bir yinelenen koşul durumunun örneği olarak şu cümleye bakalım:
If water is heated to 100°C it turns to steam.
Su 100 derecede ısıtılırsa buharlaşır.
Bu şekilde çevirebileceğimiz gibi, şöyle alternatiflerle de çevirebiliriz:
Su 100 dereceye ulaştığında buharlaşır.
100 dereceye ulaşan su buharlaşır.
Doğadan kültüre geçerek başka bir yinelenen koşul örneği verelim:
If my father had a day off, we always went to the zoo.
Bu cümlede babanın izin günlerinde hayvanat bahçesine gidildiğini anlıyoruz. Her ne kadar hayvanat bahçesine gidilmesinin koşulu babanın o gün çalışmaması olsa da, burada bir olasılıktan ziyade düzenli olarak gerçekleşen bir olay konu ediliyor. Bu bağlamda bu cümleyi,
Babamın izin günüyse, her zaman hayvanat bahçesine giderdik.
yerine
Babamın izin günlerinde mutlaka hayvanat bahçesine giderdik.
diye çevirebiliyoruz, dahası bu şekilde çevirdiğimizde kastedilen anlamı daha iyi yansıtıyoruz.
Bir başka örnek:
If I eat breakfast, I feel good all day.
Kahvaltı edersem, kendimi gün boyu iyi hissediyorum.
Bu çeviri de yanlış değil elbette ama daha Türkçesi herhalde şöyle olurdu:
Kahvaltı ettiğimde kendimi gün boyu iyi hissediyorum.
Bu yinelenen zamansal koşul durumuna bir başka örnek:
If it was raining, we had to play inside.
Hava yağmurluysa, içeride oynamak zorundaydık.
Hava yağmurlu olduğunda içeride oynamamız gerekiyordu (ya da bağlama göre: mecburen içeride oynuyorduk).
Dolayısıyla, if’in bu yinelenen koşul anlamını (İngilizce when ya da whenever’la eşdeğerli kullanımını) Türkçede yalnızca -se/sa veya “eğer” ile vermemiz gerekmiyor, zaman tamlayıcılarıyla karşılayabiliyoruz ve çoğu zaman bu ikinci türden çözümler Türkçenin söyleyişine daha uygun duruyor. Peki o “çoğu zaman” nasıl tanımlanabilir? Belki şöyle: Varsayımlar, tahminler ya da koşullar değil, fiilen yaşanmış ya da yaşanan durumlar söz konusu olduğunda.
II. “Eğer”in Türkçede gerekli olmadığı durumlar ve alternatif kullanımlar
Yukarıdaki örneklerde dikkatinizi çekmiştir: -Se/sa ile çevirdiğimizde de ilki dışında “eğer” sözcüğüne yer vermedik: “Eğer ödevini yaparsan dışarı çıkabilirsin.” Çünkü bu örnekte yinelenen bir zamansal koşul söz konusu değil; bir kereye mahsus özel bir koşul dile getiriliyor. Türkçede koşul kullanımının temel anlamının bu olduğunu düşünebiliriz ve bu tür cümleleri çevirmek için “(eğer)… ise”yi kullanmak gerekiyor. Yine de düşmemiz gereken birkaç not var. Türkçede “eğer”in kullanımının çeşitli özellikleri var, konuşurken vurgulama amacıyla kullandığımız kadar yazarken tutumluluk amacıyla kaçındığımız da oluyor bu sözcükten.
“Eğer”in Türkçedeki vurgulama (ya da “tumturak”) veya dilbilgisi kitaplarımızda (örneğin Tahir Nejat Gencan’da) geçen adıyla pekiştirme özelliğini bugün biraz daha teknik bir dille kısaca şöyle ifade edebiliriz: -se/sa koşulun sonunu işaretliyorsa, “eğer” başını işaretliyordur (tıpkı HTML’deki etiketler/tag’ler gibi). Bu da özellikle konuşma dilinde sözün akışını takip etmeyi kolaylaştırıyor. Dolayısıyla, elimizde bir istatistiki çalışma olmadığı için genel bir izlenim olarak şunu not edebiliriz: Konuşma dili “eğer”li vurguyu tercih ediyor, buna karşılık yazı dili tutumluluğa meyilli olduğu için “eğer”den vazgeçebiliyor. Öte yandan genel izlenimi ayrıntılandıracak olursak konuşma dilinin farklı düzeylerinde bağlacı kullanıp kullanmamanın pragmatik ya da stilistik sebepleri olabilir: Örneğin teklifsiz konuşma, senlibenli söylem tutumluluğa meyilli olduğu için “eğer”den feragat ediyor, buna karşılık yarı-resmi ya da resmi söylem belki daha fazla açık seçiklik aradığı için “eğer”e ihtiyaç duyuyor gibi. Sözgelimi bir organizasyon için konuştuğumuz kişiye, aramızdaki mesafeye göre, “Gelirsen haber ver” ya da “Eğer gelecek olursanız haber verin” diyebiliriz. Buna karşılık yazı dilinde, özellikle edebi ya da özenli söylemde “eğer”in kullanılmaması (ya da konuşma diline göre “atılması”, eksiltilmesi) muhtemeldir.
“Eğer”in tumturak etkisi, dolayısıyla -se/sa varken pléonasme/redundancy (fazlalık) hissi vermesi, Farsçadan devşirilmiş bir bağlaç olmasına bağlı büyük ölçüde; çünkü bugün -se/sa veya isim cümlelerinde ise şeklinde kullandığımız bu ek Eski Türkçeden beri vardır, dilin kendi malzemesi olduğu için asıl güçlü öğe odur. “Eğer” yazı diline Farsça havası veren bir unsur (persianisme) olarak girmiş; konuşma diline geçtikçe hem bu izlenim azalmış hem de yazı dilindeki işlevi ortadan kalkmış olmalı.
Bu nedenle yazı dilimizde “eğer”den kaçınma eğilimi kendini gösterebiliyor sık sık. Aşağıda İngilizceden Türkçeye çevrilmiş cümlelerde “eğer” bağlacını atmanın Türkçenin söyleyişine daha uygun olduğu iki örnek veriyoruz:
If a bird has wings, it can fly.
Eğer bir kuşun kanadı varsa uçabilir.
Kuşun kanadı varsa uçabilir. > Kuş ancak kanadı varsa uçabilir.
If you do that, I’ll hit you.
Eğer bunu yaparsan seni döveceğim.
Öyle bir şey yaparsan seni döverim.
Yazı dilinde “eğer”in tumturağından kurtulmanın en kestirme yolu bağlacı atmak, ama başka yollara da başvurabiliyoruz. Örneğin bağlacı yüklemden sonraki konuma yerleştirerek baştaki tumturak edası ortadan kaldırılabiliyor:
Hasan bu mektubu okuduysa eğer, çok kötü olmuştur.
Çeviri yaparken de aynı işlemi yaptığımız oluyor elbette (bu yazıda bunlardan söz etmemizin sebebi de bu nitekim). Koşul cümlesinde bir şekilde “eğer”in görsel bir işaretleyici olarak kalmasına ihtiyaç duyduğumuz ama başta kullanarak yaratılacak tumturağı da istemediğimiz durumlarda ise “eğer”i yüklemin arkasına, bazen de özneden sonraki bir konuma yerleştirebiliyoruz. Örneğin:
Hasan, eğer bu mektubu okuduysa, çok kötü olmuştur.
Hasan bu mektubu eğer okuduysa, çok kötü olmuştur.
Tabii bu son iki kullanımda değişen başka değerler de olduğu için (başka sözdizimsel işlemler yaptığımız için) cümlenin verdiği bilginin/haberin içeriğinde nüans düzeyinde değişiklikler oluyor.
“Eğer”in tumturağından kaçınmak için ya da bu tumturağın yetersiz olduğunu hissettiğimiz zamanlarda bir başka Farsça bağlaca başvurduğumuz da oluyor:
Şayet Hasan bu mektubu okuduysa çok kötü olmuştur.
“Şayet”in “eğer” karşısındaki başlıca avantajı, biraz eskimiş, yani yazı diline özgü görünmesi. Dolayısıyla yazı dilinde vurguya ya da tumturağa ihtiyaç duyduğumuzda “şayet” daha iyi (yani söylem türüne ya da düzeyine daha uygun) duruyor.
“Eğer”le yaptığımız sözdizimsel işlemleri ihtiyaç duyduğumuzda “şayet”le de yapabiliyoruz:
Hasan bu mektubu okuduysa şayet, çok kötü olmuştur.
Son olarak Aslı Göksel ve Celia Kerslake “şayet”in “eğer”e kıyasla “tentative” (düşük ihtimal) değerinin yüksek olduğunu belirtiyor: “Hani olur da düşünürseniz” gibi. Verdikleri örnek şöyle:
Şayet karşı tarafı düşünebiliyorsanız (If by any chance you can contemplate [living on] the other side), Bostancı’da güzel bir ev gördüm geçen gün.
Bu “düşük ihtimal” değerini Türkçede, özellikle konuşurken, “olur da” kalıbıyla (ayrıca “tut ki, velev ki” gibi bağlaçlarla) ifade ediyoruz:
Although I highly doubt it, if he betrays us, then we might have to murder him.
Sanmam ama, eğer/şayet bize ihanet ederse, onu öldürmek zorunda kalabiliriz.
Sanmam ama, olur da bize ihanet ederse, onu öldürmemiz gerekebilir.
III. If’i “göre” ya da “madem (ki)” olarak çevirmek
If sözcüğü ayrıca “if… then” kalıbında da sık sık karşımıza çıkabiliyor. Bu kalıbın da farklı kullanım biçimlerine göre farklı farklı çevrilmesi gerekebiliyor. Örneğin, şu akıl yürütme durumunda:
If Laura has a husband, then she must be married.
Laura’nın kocası varsa, Laura evli olmalıdır.
Kocası olduğuna göre Laura evli demektir.
Bu örnekte aslında dilbilimcilerin koşul cümleleriyle ilgili yaptığı ayrıma göre, bağlam doğrultusunda iki çeviri de doğru olabilir. İngilizce cümle şayet konuşanın Laura hakkında kesin bilgi sahibi olmadığı bir durumda (predictable condition) telaffuz edilmişse, birinci çevirimiz doğru ve hatta zorunludur. Buna karşılık konuşan, Laura’nın evli olduğunu biliyorsa (diyelim, diyalog esnasında biraz önce öğrenmişse), bu durumda (knowable condition) ikinci çeviri doğru ve hatta zorunludur.
Türkçeden örnekler vererek bilinebilir koşul cümlelerinin çevirisinde ikinci seçeneğin (göre’li, madem’li çeviri) daha iyi olduğunu sezdirebiliriz:
Fasulye yarım saat piştiyse olmuştur artık.
Fasulye yarım saat/saattir piştiğine göre olmuştur artık.
Yahut:
Parası yokmuşsa neden ev almaya kalkmış?
Madem parası yokmuş neden ev almaya kalkmış?
Doğrusu, bilinebilir koşul cümlelerinin çevirisinde “eğer” ve “ise”den kaçınmak Türkçenin söyleyişine daha uygun sonuçlar veriyor. Sözgelimi şu cümlede olduğu gibi argüman geliştirirken:
If human rights gets in the way of security policies, then our country should jettison these laws.
Eğer insan hakları güvenlik politikalarına engel teşkil ediyorsa, ülkemizin bu kanunlardan kurtulması gerekir.
Madem ki insan hakları güvenlik politikalarına engel teşkil ediyor, o halde ülkemiz bu kanunlardan kurtulmalıdır.