TUNCAY BİRKAN
Bu yazıda zaman kiplerinden bahsedeceğim, ama peşinen söyleyeyim: takip kolaylığı açısından kiplerin bilimsel adlarını zikretmeyeceğim, o kipte kullanılan ekleri isim haline getireceğim.
Birkaç hafta önce Radikal İki’de sayın Ümit Kardaş’ın bir yazısı yayınlandı. İçinde Edward Said’in de sık sık adı geçen, hatta ondan birkaç alıntıya da yer verilen bir yazı. Alıntıların çoğunu sanırım kendisi çevirmişti yazar, ama bir tanesi epey tanıdık geldi bana: Epey bir zaman önce Metis yayınlarından benim derleyip çevirdiğim Kış Ruhu adlı seçki de zikredildiğine göre buradan almış olmalıydı. Ama bir acayiplik vardı, son cümledeki zaman kipi kulağı fena halde tırmalıyordu: “Memleketini güzel bulan insan daha yolun başındadır; her yeri kendi yurdu gibi gören insan güçlüdür; ama bütün dünyayı yabancı bir ülke gibi gören insan mükemmeldir. Yolun başında olan ruh sevgisini dünya üzerindeki tek bir noktaya sabitledi; güçlü insan sevgisini her yere yaydı, mükemmel insan ise sevgisini söndürdü.”
Said’in kendisinin Auerbach’tan, onun da 12. yüzyılda yaşamış bir keşişten aktardığı bu laf beni de çok etkilemiş olduğu için hatırlıyordum cümleyi, ben böyle çevirmiş olamazdım. İlk fırsatta baktım kendi çevirime, evet yanılmamıştım, çeviri benim çevirimdi ama son cümlenin zaman kipini her nedense değiştirmişti sayın Kardaş. (Bunu neden yaptığı konusunda en ufak bir fikrim yok, ama konuyu uzatmadan, özellikle belirtilmeksizin böyle şeyler yapmanın pek hoş olmadığını söyleyip asıl meseleye döneyim.) Benim “sabitlemiştir”, “yaymıştır”, “söndürmüştür” dediğim yerleri atıp di’li geçmiş zaman kipini kullanmış ve böylece doğruyu yanlışa çevirmişti.
Neden yanlış? Birincisi Türkçede –di’li geçmiş zaman kipi böyle kullanılmaz, biri bir şey yaptı demek için o kişi o işi yaparken cümleyi kuranın da buna bir şekilde tanıklık etmiş olası gerekir çoğunlukla (Dil konusundaki bütün genellemelerde olduğu gibi elbette bunun da istisnaları var: Hikaye, roman ve gazete yazılarında, bazı tarih anlatılarında özel bir tercih olarak sık başvurulabiliyor mesela bu zaman kipine. -Aslında Türk yazarların zaman kipleri tercihleri çok ilginç bir araştırma konusu olurdu.- Ama bu bağlamda böyle bir tanıklıktan söz edilemeyeceği açık). İkincisi ve daha önemlisi ilk cümlede geniş zaman kipiyle başlayan genelleme ikinci cümlede de devam ediyor. Sadece burada genellemeyi geçmiş zamanda yapmak gerekiyor, Batı dillerinde geçmiş zaman kipi sayısı sınırlı olduğu için özel olarak böyle bir işlevi yerine getiren bir kip yok bildiğim kadarıyla (en azından İngilizcede kesinlikle yok), ama Türkçede var: -mıştır kipi bunun için biçilmiş kaftan.
Bir de –ardı kipi var tabii bazen bu amaçla kullanılabilecek olan (mesela: “Kant buna karşı çıkardı”) ama bu bağlama uygun olmadığı kesin. Bu kip de çevirilerde çok sık unutuluyor, çünkü bunun sadece “used to do”lu ya da “would”lu cümlelerde kullanılabileceği gibi bir önyargı var çoğu çevirmende İngilizce gramer derslerinden kalan. Halbuki “used to” İngilizcede çok daha az kullanılıyor, bizim düpedüz yapardı, ederdi diyeceğimiz birçok cümlede de sadece simple past tense kullanıp geçiliyor. Bu arada would’lu cümlelerin bazen –ardı ile bazen de –caktı ile çevrilmesi gerektiğini bilmiyor kimi arkadaşlar, ikisinden birini belleyip sadece onu kullanıyor. Ya da yine gramer kitaplarından kalan önyargıyla yazarın –caktı demek için ille de would have demesi gerektiğini düşünüyorlar. Halbuki o zaman kipi Türkçedeki kadar çok kullanılmıyor İngilizcede metinlerde, basitçe “would”u kullanıp zamanını kestirmeyi okura bırakıyorlar. (Zaten kullanımdaki İngilizcede zaman kipleri konusunda sadeleşmeye gitme eğilimi olduğu görülüyor. Simple past dışındaki geçmiş zaman kiplerinin kullanım sıklığı Türkçedeki eşdeğer kiplerinkine göre çok daha düşük, bu yazıda birkaç kez vurgulayacağım gibi) Bizim nasıl kullandığımızı hatırlayalım: Biri bir şey yapacakken bir sebeple yapamadığı, ya da yapıp yapmadığını kesin olarak bilmediğimiz durumlarda kullanıyoruz –caktı ile biten cümleleri. Mesela “Ahmet Nesrin’le görüşecekti… (“ama işi çıktı gidemedi” ya da “ne konuştu bilmiyorum”) –ardı, -erdi ise birinin geçmişte belli bir süre boyunca hep yaptığı, yapmayı alışkanlık haline getirdiği fiillerde kullanılıyor, bilindiği üzere: “Ahmet [o yaz her gün] Nesrin’le görüşürdü.” Arada müthiş bir anlam farkı olduğu için çok dikkatli olmak gerek “would”ları çevirirken. Redaksiyonunu yaptığım kitaplardan bir örnek: “Such a reasonable division of labour would make it easier to understand the functioning of the mind”. Çevirmen arkadaş bunu “böyle makul bir işbölümü zihnin işleyişini anlamayı kolaylaştıracaktı” diye çevirmiş her nedense, “kolaylaştırırdı” denmek istediği çok açık olduğu halde.
Ayrıca bu tür kip tercihleri her zaman bir yanlışa işaret etmese de akıcılık açısından da çok önemli olabiliyor. Mesela yukarıda Said’den aktarılan cümlede olduğu gibi geniş zaman kipleriyle geçmiş zaman kiplerinin sık sık dönüşümlü olarak kullanıldığı metinlerde ya da metin bölümlerinde sırf buna dikkat ederek çevirmek bile o metinlerin akıcılığını ve okunaklılığını da çok arttırabiliyor. Kimi zaman metnin tekdüzeleşmesini kırmak için zaman kipi çeşitlemeleri yapmak da faydalı olabiliyor ayrıca. Sürekli “yansıtır”, “aktarır”, “der” demek yerine uygun yerlere “aktarmaktadır” (ama dikkat: çeviri işine yeni başlayan arkadaşlar bu kipi bazen ifrata varacak derecede kullanıyorlar, ölçülü olmak gerek), “diyor”, “yansıtıyordur” (Ben buna Orhan Koçak kipi diyorum) denebilir mesela. Minima Moralia’dan bir pasajla geniş zaman kipindeki bu tür çeşitlemelerin metni nasıl güzelleştirdiğini, anlatıyı nasıl akıcılaştırdığını görebiliriz: “Bugün özgürlük motifini işleyen siyasal anlatılarda insanı tedirgin eden, hatta utanç veren bir yön var; kahramanca direnişe düzülen övgülerde olduğu gibi, iktidarsız bir güven tazeleme çabası. Bu anlatılarda sonuç her zaman yüksek politika tarafından belirlenir ve özgürlük de sadece ideolojik bir görünüm kazanır: İnsani ölçülerdeki eylemlerin içinden belirmiyor, sadece özgürlük hakkındaki söylevlere, klişeleşmiş kükreyişlere konu oluyordur. Sanatı hiç kurtarmayacak şey, ölü öznenin içini doldurarak bir müze parçasına dünüştürmektir; bugün sanata layık tek şey olan tümüyle gayri insani nesneyse hem aşırılığıyla hem de insansızlığıyla sanatın ötesinde kalmaktadır.” (Minima Moralia, çev. O. Koçak-A.Doğukan, Istanbul: Metis, 1998, s. 150).
Hele geçmiş zaman konusunda Türkçe muazzam imkânlar (tabii buna bağlı olarak da tuzaklar) içeriyor. Biz gitti, gitmiş, gitmişti, gitmiştir, gidiyordu, gidiyordur, gitmekteydi, gittiydi, giderdi, gidermiş, gidecekti vs. diyebiliyoruz. Oysa İngilizcede geçmiş zaman kipleri daha sınırlı: She went, she has gone, she would have gone, she was going, she had gone, she used to go… Hele teorik metinlerde son ikisi hemen hiç kullanılmazken, yukarıda da dediğim gibi birincisi hariç diğerleri Türkçede karşılık geldikleri kiplere nazaran çok daha az kullanılıyor. O yüzden de özellikle bu tür metinler çevirirken zamansal ayrımlara çevirmenin kendisinin bağlama çok dikkat ederek karar vermesi, metnin temposunu onun belirlemesi gerekiyor. Bu metinlerde en çok kullanılan simple past kipindeki cümleleri çevirirken bazen düz –di’li geçmiş zaman kullanmak daha iyi sonuç verirken, akışa ve bağlama göre bazen –mış, bazen –yordu, bazen –mıştı, bazen –mıştır vs. demeyi de bilmek gerekiyor. Bu bir zenginlik. Üstelik biz bu zenginlik sayesinde İngilizcede yalnızca bağlamdan çıkarılabilecek anlamları okura net bir biçimde iletebiliyoruz, birçok ince anlamsal ayrımı ifade edebiliyoruz.
Ama bu imkân gerektiği gibi kullanılmadığında çevirinin aleyhine işleyebilir, düpedüz yanlış anlama sonucu yaratabilir, Said alıntısında ve yukarıdaki “would” bahsinde görüldüğü gibi. Başka örnekler de verilebilir. İngilizcede bir roman karakteri hiç görmediği, sadece kendisine anlatılan, rivayet edilen bir olayı anlatırken yine simple past’i kullanacaktır elmecbur. Ama bizim bunu basit bir –miş ekiyle ifade etme şansımız olduğu için bu şansı kullanmazsak Türk okurun karakterin anlattığı olayla ilişkisi hakkında yanlış bir fikir edinmesine yol açmış oluruz. Acemilikte çok sık yapılan bir başka hata da İngilizcede gelecek zaman kipinin Türkçeye bazen mutlaka geniş zaman olarak çevrilmesi gerektiğinin unutulması. “That will do” en basit örnek. “If he cannot say that, I’ll do it!” “O söyleyemiyorsa ben söylerim” diye çevrilir “söyleyeceğim” diye değil.
En doğru kipi kullandığımızı nasıl bileceğiz sorusunun hazır bir cevabı, her türlü bağlamın ötesinde geçerli olacak bir reçetesi yok elbette. Bu da bir sezgi ve yetenek meselesi son kertede. Ama zaman kipleri konusunda özel bir dikkat göstererek de epeyce geliştirilebilen yetenekler bunlar bence. Yeter ki buralarda da sorun çıkabileceğinin farkında olalım.
Yaptığınız çeviriyi yayınevine teslim etmeden önce yalnızca Türkçe üzerinden son bir okuma yapmak bile çok işe yarayacaktır.