Söyleşi: Süreyya Çalıkoğlu

İlk kitap çeviriniz olduğu için sormadan edemeyeceğim. Çeviriyi kabul ettiğinizde, çeviri sürecinde, bittiğinde, kitabı ilk kez elinize aldığınızda neler hissettiğinizi bizimle paylaşır mısınız?

Damla Göl: Baştan sona beni epey heyecanlandıran bir süreçti bu. Daha önce de birkaç kez kitap çevirme aşamasına gelmiş, sonra çeşitli sebeplerden kabul edememiştim. Bu sefer doğru kitapla buluştuğumu hissettim. Caravaggio benim daha önceden de bildiğim, sevdiğim, hakkında araştırma yaptığım bir ressamdı ve denk gelişi çok güzel oldu. Kabul etme süreci yine de biraz çetrefilliydi. İlk çeviri olunca, “altından kalkabilir miyim” ve “yetiştirebilir miyim” soruları vardı kafamda. Bu yüzden uzun uzun düşündüm, kitabı gözden geçirdim, seriyi ve diğer kitapları inceledim. Çeviri süreci ise heyecanlı, acılı, yorucu, zevkli, meraklı, tereddütlü ve mutlu geçti! Çeviriyi daima bir bulmaca olarak görüyorum ben. Kelimelerin peşine düşmek, doğru anlamı doğru yerde ifade edebilmek ve göndermelerin altını doldurabilmek çok önemliydi. Bittiğinde ise, bittiğinden bir süre emin olamadım! İki kere baştan sonra okudum, bir sürü yere müdahale ettim. Hatta güvendiğim bir dostumdan da okumasını rica ettim. Daha sonra derin bir nefes alıp editörüme yolladım. Onun editöryal müdahalelerinden sonra bir kez daha okudum. Bazı değişiklikler üzerine konuştuk, mutabakata vardık ve nihayet gönül rahatlığıyla bitti diyebildim. İlk kez elime aldığımda ise büyük bir manevi tatmin yaşadığımı söyleyebilirim. İnanamıyorsun tabii önce. Kitapçılarda denk geldikçe elimde olmadan gülümsüyorum.

Bir ressama dair kitabın çevirisini yapmak tarih, sanat tarihi, resim tekniği gibi pek çok farklı alandan sözcüklerle, terimlerle karşılaşmanıza neden olmuştur sanırım. Bu konuda yaşadığınız zorluklar oldu mu? Olduysa zorlukları aşmak için nasıl bir yöntemden, araştırma tekniğinden faydalandınız?

Damla Göl: Kitabın 80 sayfa olmasının verdiği cesaretle zaten baştan sona okumuştum. Okurken sorun oluşturabilecek şeyleri not ettim. Verdiğim kararların arkasında durabilmek ve neyi neden yaptığımdan emin olabilmek çok önemli benim için. Bu yüzden her şeyden şüphe etmek bir alışkanlık oldu. Sorunları birkaç kademeye ayırdım. Dediğiniz gibi, terimsel sorunlar çok çeşitliydi. Mesela dönemin sanat çevresini iyi tanımak gerekiyordu. Çünkü bir sürü çevreye girip çıkıyordunuz Caravaggio ile birlikte. Tablolarda Yunan mitolojisi göndermeleri ve İncil’den alınan hikâyeler vardı, bu yüzden bir noktada kaynak metinden kopup Türkçedeki kaynaklara gömülmek gerekti. Benim ilk önceliğim, bu konularda yazılmış akademik metinler ve tezler oldu. İçinden çıkamadığım yerlerde arkadaşlarıma danıştım. Mesela bir müzik terimiyle ilgili kafa karışıklığı yaşadığım için, müzik aletleri konusunda uzman bir arkadaşıma derdimi anlattım. Onunla fikir alışverişinde bulunarak, hangi terimi kullanacağıma karar verdim.

Daha önce farklı alanlarda çeviriler yaptığınızı biliyorum. Teknik çeviri, makale çevirisi, altyazı çevirisi vs ile kitap çevirisi arasında ne gibi farklar var sizce?

Damla Göl: Mütercim-tercümanlık bölümünden mezun olduğumdan bu yana teknik çeviri, altyazı çevirisi, sosyal bilimler çevirileri yaptım dediğiniz gibi. Ama aklımda hep Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, 25 Mayıs 1939’da Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan bir yazısında yer verdiği şu cümle vardı: “Tercüme edilmiş kitap, dilimiz, binaenaleyh memleketimiz için kazanılmış bir zenginliktir.” Bu fikre sığındım ben de. Şimdiye kadar yaptığım her işten bir şey öğrendim. Bir kullanım kılavuzu çevirisinde araştırdığım bir terim, bambaşka bir yerde işime yarayabilir. Ama kitap çevirisinin manevi hazzı bambaşkaymış. Hissettiğim en temel farklılık bu sanırım. Bunun haricinde belli bir konuya odaklanma şansınız yok kitapta. İşin özünde bir ressamın hayatını çevirdim; ama coğrafya, tarih, mitoloji, sanat tarihi, müzik ve din konularında araştırma gerekli oldu. Her şey iç içe geçmiş gibiydi.