Söyleşi: Damla Göl

Siyasi bir suikast, karanlık güçler ve barış için direnenler… Aslında hikâye çok tanıdık. Böylesi kurguları çevirirken, çevirmenin ruh hali nasıl etkileniyor? Neler hissettiniz çeviri sürecinde?

Fulya Koçak: Vasili Vasilikos’un Z isimli kitabını çevirmem için teklif geldiğinde kitap olarak olduğu kadar Costa Gavras’ın da beyazperdeye uyarlayarak nice ödüller kazandığı filmiyle de neredeyse “klasik” olmuş bu eseri çevirme fikri beni oldukça heyecanlandırdı. Üstelik bunu ilk kez Yunanca aslından hem de 1965 yılında yapılmış ilk baskılarından birinden Türkçeye kazandıracak olmak ayrıca güzel bir duyguydu.

Ölümsüz (Z) aslında Yunanistan’da yaşanan gerçek bir siyasi suikastı ve arka planını gözler önüne serse de aslında çok evrensel bir temayı işliyor. Kitabın yayınlanışının üzerinden elli yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen “ne yazık ki” hâlâ güncelliğini kaybetmiyor olması da bunun bir göstergesi. Kitap 1963 yılında Grigoris Lambrakis isimli milletvekiline düzenlenen gerçek bir suikastı konu alsa da isimler ve yerleri başka isimler ve yerlerle değiştirip olayların oluş nedenini, şeklini, arka planını öyle çok olayla benzetmemiz mümkün ki… Çevirmen olarak çevrilen edebiyat metninin dünyasına çevirmenin kendini dahil etmemesi ya da edememesi çevirinin hamurunun biraz cıvık ya da katı olmasına neden olur diye düşünüyorum. Böyle bir hamurla pişirdiğimiz ekmekten de fırından çıktıktan sonra ağzımızda güzel bir tat bırakmasını beklemek zor olur. Çevirdiğim kitap bir çocuk kitabı da olsa bir yetişkin kitabı da olsa çeviri sürecinde o hikayenin içinde buluyorum kendimi. Tabii kitabın “mevzusu derin” olunca bunu taşımak çevirmen için biraz daha zor olabiliyor. Kitapta yaşanan siyasi suikastın, suikastın arka planında yer alan bu karanlık ama devlet destekli güçlerin, barış için direnenlerin neredeyse terörist ilan edilmesi gibi konuların insanlık için ortak sorunlar olduğunu görmek, elli küsur yıldan bu yana değişen çok da şey olmadığını da algılamak farklı duygular yaşatıyor insana. Özellikle böyle bir konuyu işleyen bu kitabı çevirirken çevirmen olarak kendi adıma her satırda bir sürü alt metin de okudum. Bunu okurların da yapacağından eminim.

Hikâye tanıdık olsa da, Yunan kültürü hâkim metne. Kültürel, tarihsel veya coğrafi açıdan bir araştırma süreci gerekli oldu mu?

Fulya Koçak: Daha önce de değindiğim gibi evrensel bir tema işleniyor olsa da elbette ki kitabın ana konusu olan gerçek suikastın anlatıldığı coğrafya Yunanistan olduğu ve anlatılan olayların bire bir yaşananmış olması nedeniyle Yunanistan kültürü ve coğrafyasından bağımsız bir anlatım söz konusu değil. Gerçek olaylar, kişiler, mekânlar, yaşanmış olaylara göndermeler nedeniyle de çeviri sürecinde özellikle metnin, akışın, kurgunun ve olayların anlaşılır olması adına pek çok araştırma yapmam ya da sahip olduğum ve okurun da bilmesi gerektiğine inandığım bilgileri aktarmak için notlar yazmam gerekti. Vasili Vasilikos da beş bin sayfalık sorgu dosyasını incelemenin yanı sıra olayla ilgili kendi kişisel araştırmalarını da yaparak yazmış bu kitabı. Kitapta izini sürdüğümüz bir suikast, suikastın arka planı, soruşturmalar ve ifadelerle ilerleyen olaylar zinciri anlatılıyor ve bütün halkaların birbirine bağlı ilerlemesi de şart. Bazı yerlerde o dönemin emniyet teşkilatındaki yapılanmanın farklılığı gibi benim ve editörümün de kafasını karıştıran konular için yanlış bir kullanımda bulunmamak adına daha da kapsamlı araştırmalar yapıp ülkede yaşayan ve bu konularda yardımcı olabilecek uzman kişilere danışmam gerekti. Neredeyse bir mevzuat araştırması yapmam gerekti diyebilirim. Kitapta bir miktar çevirmenin notu da bulunuyor bu nedenle. Daha kitabın isminin neden “Z” olduğunun anlaşılması için bile çevirmenin notuyla başlamamız gereken bir çeviri var aslında karşımızda. Z, Yunan alfabesinin beşinci harfi olan Zita harfi olmakla birlikte romanda “yaşıyor, ölmedi” anlamlarına gelen “Zei” sözcüğüne gönderme yapmakta. Çünkü Lambrakis’in cenaze töreninde insanlar “Z” (zei) diye bağırarak “Lambrakis Yaşıyor” sloganları atmışlar. Ve bu slogan o dönem ülkenin duvarlarına kazınarak bir sembol haline gelmiş. Kitap da adını buradan almış. Bu notları eklemeseydim pek çok satırın anlaşılırlığının eksik kalacağından eminim. Bir kaç örnek daha vermek gerekirse “’Ayrılmadan önce bir şey daha sormak istiyorum’, dedi Yangos. ‘Bugün Çarşamba. Akşamüzeri mağazalar kapalı’.” cümlesinde Yunanistan’da dükkanların her gün 14:30’da kapandığı ve yalnızca Salı, Perşembe ve Cuma günleri 17:00 ile 20:00 saatleri arasında yeniden açıldığı gibi aslında çok basit görünen bilginin okura aktarılmaması özellikle olayların gerçekleştiği Çarşamba günüyle ilgili, kitabın ilerleyen sayfalarında soruşturma için önemli bir ağırlık teşkil eden bu detayın daha baştan anlaşılmasını engelleyecekti. Ya da “’Gece, gülümsemenin delip geçtiği kara gece,” diye düşündü, ‘Beloyannis’in ölüme kırmızı bir karanfille gitmesi gibi.’” cümlesinde Yunan halkı için son derece bildik bir kişi ve olay olan Nikos Beloyannis’in 1952’de 37 yaşında kurşuna dizilirken, idama sevgilisinin kendisine verdiği kırmızı karanfille gidişini, Pablo Picasso’nun ünlü portresi nedeniyle “Karanfilli Adam” olarak tanındığını ve Nazım Hikmet’in de kendisine “Karanfilli Adam” isimli bir şiir yazdığı bilgisini okura aktarmamak haksızlık olurdu. Bu ve bunun gibi toplumsal koşullardan, gerçek kişilerden ve kurumlardan bahseden kitapta bu kişilerin, siyasi partilerin, kurum ve örgütlerin kimler ve neler olduğunun biraz açılarak aktarılması bana göre zorunluluktu.

(2016)