Söyleşi: Damla Göl
Tarihten siyasete pek çok alanda çeviriler yapan deneyimli bir çevirmen olarak, dilimize kıymetli eserler kazandırdınız. Peki, Jack London hikâyeleri bu çeviri yolculuğunuzun hangi noktasında duruyor? 1900’lerin başındaki Güney Pasifik’e doğru uzanan bu kitapta, ne tür çeviri çözümleri gerekli oldu?
Mehmet Moralı: Tam da dediğiniz gibi, en baştaki iki bilim-kurgu romanı saymazsak, hep tarih-siyaset etrafında dolanıp durdum. İnsan bir yerden sonra sıkılıyor ve edebiyata dönme isteği duyuyor. Hem (Akademisyenler kusuruma bakmasın) asıl işi yazmak olmayan insanların çetrefilli ve çapaklı yazılarından sıkılıyor insan, hem de sosyal bilimlerin kuru üslubundan. Dolayısıyla biraz oralardan uzaklaşayım istedim. Bundan önce bir de Bradbury çevirim olmuştu, bu da dört kitaplık bir “Pasifik Hikayeleri” dizisinin ilk kitabı. Jack London’ın zorluğu, bu anlattıklarını yaşamış olduğu için, çok içeriden anlatması ve dolayısıyla bir terminoloji zorluğu çıkartması, bu kitapta özellikle denizcilik terimleri zorladı, yoksa London üslup olarak çok süslü, uzun cümlelere meraklı bir yazar olmadığından, o cenahtan fazla bir sorun çıkartmadı. Gençliğimde Jack London çok okudum, en çok da Buzlu-karlı ortamlardan ziyade bu Pasifik öykülerini sevmiştim, yayınevine ben önerdim, onlar da kabul ettiler, dolayısıyla çok keyifli bir çalışma oldu. Çevirmenlikte bu kadar zaman geçirip hasbelkader bir yeriniz olunca, böyle istediğiniz kitapları seçmek gibi bir lükse sahip olabiliyorsunuz.
Şimdiye kadar çevirdiğiniz kitapları düşünürsek, yeni terimler üretmenizi ve dile müdahale etmenizi gerekli kılan çevirileriniz oldu mu? Bu durumlara örnek verebilir misiniz?
Sosyal bilimler çevirenler bilir, en büyük sıkıntı terminolojide olur. Hiç Türkçede karşılığı olmayan sözcükler bir yana, üzerinde görüş birliği olmayan ve dolayısıyla daha da büyük sıkıntı doğuran sözcükler çok baş ağrıtır. Üstelik, oralarda bir yerlerde birilerinin düşünüp ürettiği kavramlar yerine, burada aynı kavramların genellikle bir karşılığı olmadığı için, yalnızca terimler üretmek durumunda kalıyorsunuz, üstelik yazan sosyolog, çeviren mühendis olursa, bir yerde, konserve değil, konserve kutusu üretiyorsunuz, o zaman da o sözcük boş teneke gibi, tın tın ötüyor. Bu bizim en önemli sıkıntımız, onun dışında, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, akademisyenler üsluptan çok derdini anlatma peşinde insanlar olduklarından dilleri biraz sorunlu olabiliyor, bu iki sorun birleşince, yani karşılığı olmayan bir sözcük, anlamı bulanık bir cümlenin içine oturunca, gerçekten saç baş yolduruyor, yazara ulaşılabilirse, cesaretinizi de toplayabilirseniz, “burada ne demek istediniz?” diye sormak da mümkün tabii ki.
Ama öyle ya da böyle, otuz küsur kitap çevirdim, bu yayımlanan 26. kitap oldu. Yedi sekiz tanesi de yayınlanmayı, çevirinin bitmesini filan bekliyor, bunların birkaç tanesini söve-saya bitirdim, ama birçoğundan büyük keyif aldım, bütün dertlerine ve parasal açıdan yetersizliğine karşın, geriye dönüp baktığınızda, arkada bir şeyler bıraktığınızı görmek de güzel bir şey.
(2015)
Yazar | Jack London |
Çevirmen | Mehmet Moralı |
Yayıncı | Alfa |
Yayın Tarihi | 2015 |